Site icon Kelebek Chat, Kelebek Sohbet, Sohbet Odaları » KelebekChat.Gen.Tr

Şarkı söyle yaşam döngüsü sürsün!

Şarkı söyle yaşam döngüsü sürsün!

Antartika’yı mesken tutan bir animasyonun nasıl olmasını beklersiniz? Aslında bu sorunun mümkün olabilecek cevaplarını düşününce “Neşeli Ayaklar”ın bize sunduğundan daha ötesini hayal etme şansımız yok. Zira serinin armağanı her tür şarkıyı seslendirebilen penguenler, onların koreografileri ve bu duruma isyan eden bir ‘tap dansı’ mucidi evlat üzerinden yürüyen ‘varoluş yolculuğu’ idi. Bu da konuşturulmasıyla veya şekli şemaliyle problemli durabilecek bir hayvan türünü, samimi ve işlevsel hale getiriyordu. Beş yıl sonra çekilen devam filmi “Neşeli Ayaklar 2” ise ilk eserin bıraktığı yerden alıp Mumble’ın oğlunun hikayesini bir ‘karlar üstü serüveni’ne dönüştürmüş. Bu seferki yapıt, karides ve deniz fili gibi katman üzerindeki diğer canlıları da iyi değerlendirme becerisiyle dikkat çekerken, çevreci ve kapitalizm karşıtı damarı korumuş. Sözü geçen eserin en büyük sıkıntısı Türkiye’de hiçbir sinema salonunda orijinal İngilizce versiyonunu izleyemeyecek olmamız. Zira burada gerçek anlamda müzikal koreografisi oranı ve müzik türü çeşidi artmasına karşın bunlardan birkaç tanesi belirgin şekilde Türkçe seslendirmeden zarar görmüş.

keremakca@haberturk.com

George Miller’ın Animal Logic ve Kennedy-Miller Mitchell Films’in özgün animasyon modelleme teknikleriyle donattığı “Neşeli Ayaklar” (“Happy Feet”, 2006), kuşkusuz her haliyle ilgiye değer bir seyirlik sunmuştu. “İmparatorun Yolculuğu”nu (“Le Marche de l’Empereur”, 2005) baz alan belgesele konu olmuş hikayesinden samimi karakter seslerine kadar her şeyiyle ‘tadına doyum olmaz bir sevimlilik’i beraberinde getiriyordu. En önemlisi de tüm bunlardan müzik türlerinin büyük kısmını içeren bir müzikal omurgası çıkarmasıydı yapıtın.

Animasyonda yeni bir model diyebilir miyiz?

Anlayacağınız projenin esas kozu iki boyutlu animasyonda daha hakim olduğunu gördüğümüz ‘müzik performansı’ sahnelerinin ‘Neşeli Ayaklar’ dünyasında yaşam kaynağına dönüşmesiydi. Zira annesi, babası ve diğer penguenlerin şarkı söyleme becerisini taşımayan Mumble’ın, serinin ilk halkasındaki hayat mücadelesi görülmeye değerdi. Amerikan kapitalizminin ve şehirleşmenin göbeğine düştüğünde ‘konuşma’ yetisini dahi kaybeden, sırtında ‘kumanda’ ile evine geri dönen karakterimiz gerçek anlamda ‘varoluş’ serüvenini tamamlıyordu.

Hedef ise çevreci bir omurga ile birlikte hakim sermayenin ve küreselleşmenin dünyaya ve buzullara verdiği zararı ele almaktı. Serinin külliyatında en önemli motif de zaten ‘uzaylı’ yerine konulan ‘insanlar’dı. Buradan fitillenen hikaye yapısının üzerinden çıkan ‘live-action paydası’ysa animasyon tekniğinin özgünlüğüne katkı yapıyordu işin doğrusu.

Ancak bu kavramdan alışık olduğumuz gibi kurmacanın içinde animasyon karakterler (Bkz. “Alvin ve Sincaplar”) değil de adeta animasyonun içinde kurmaca insanlar canlandırılıyordu. Bu durum özgün animasyon mizansenini bir mantığa oturturken George Miller’ın vizyonunu ve ortaklarıyla kurduğu şirketin (Kennedy-Miller Mitchell Films) çıkış vasfını belli ediyordu. Zira eserin bünyesinde canlanan ‘her yaşa uygun çizgi film’ dokusunda bir ‘fark’ gözlemlemek mümkündü. Hatta geçtiğimiz beş yılda bunun izini süren bilgisayar animasyonlarının üremesi sürecin değerine değer de kattı.

Bu sefer yeni hayvan türleri eklenmiş

Burada ise Mumble’ın oğlunun, yani ‘tap dansı’ mucidinin ikinci kuşağının hikayesi ele alınmış. Herhangi bir şehre kaçıp varoluşunu arama yaşanmazken, esas hedef karidesler ve deniz filleriyle de örülü Antartika doğasındaki ‘hayvan’ oranına katkı yapmak aslında.

Bunu bir ölçüde başaran eserin, ‘ikili karides ekibi’nden aldığı mizahi dokunun yanında deniz filinin ailesi için yaptığı mücadeleyi penguenlerle eşdeğer tutması çekici bir samimiyet daha getirmiş. Zira başlangıçtan itibaren gördüğümüz klasik müzik, pop, rock, caz, hip-hop, tap dansı gibi dans ve müzik türlerindeki yolculuğun görkemi bununla doldurulunca yan öğelerin işlevi kuvvetlenmiş. Özellikle iki karidesin bu konudaki yetkinliğine dikkat derim.

Sesini çıkarma eylemine yaratıcı yorum

Robin Williams’ın ‘Meksika’ aksanıyla seslendirdiği Ramon’un Sofia Vergara’nın ses verdiği bir ‘sevgili’ (Carmen) ile aradan sıyrılması da metin için ayrı bir derinleştirme taktiği. Zira belli ki senaristler ve yapımcılar, ilk eserin şehirde geçen ama beğenilmeyen bölümlerini bertaraf etmek için her şeyi yapmışlar. Filmi de gerçek bir buzul ya da karlar üstü serüvenine çevirmişler. Yürüyüş ve yolculuk ise o tabandan bir karşılık bularak animasyonu götürdüğü yere kadar götürmüş.

Elbette Türkçe dublajlı versiyonda müzikal performanslarının bazılarının yanında Brad Pitt-Matt Damon ikilisinin sesini arkasına alan mizahi karides timinin yetisini tam olarak anlayamıyoruz. Yine de ‘Mad Max’ ve ‘Babe’ serisinin ardından Avustralyalı George Miller’ın bir özgün seriyi daha sinema külliyatına armağan ettiğini bir kez daha idrak edebiliyoruz “Neşeli Hayatlar 2”yi izlerken. Üstelik hem masalsı, hem sempatik, hem de çevreci bir damar eşliğinde…

İşin doğrusu ‘şarkı söyleyip birlik olursan her türlü felaketi ve zorluğu alt edebilirsin’ düşüncesi de ‘keyifli müzikal omurgası’na istinaden halihazırdaki dramatik yapıyı çekici hale getirmiş. Animasyonun metninin albenisi ise işte bu ayrıntıdan yükseliyor. ‘Sesini çıkarma’ eylemine getirdiği yaratıcı ve belki de politik yorum üzerinden…

FİLMİN NOTU: 5.9

Künye:

Neşeli Ayaklar 2 (Happy Feet Two)

Yönetmen: George Miller

Seslendirenler: Elijah Wood, Robin Williams, Sofia Vergara, Brad Pitt, Matt Damon, Common, Hugo Weaving, Ava Acres

Süre: 100 dk.

Yapım yılı: 2011

 

LA FONTAINE’DEN MASALLAR

Bana Sevdiğini Söyle”, “Bekarlar” ve “Şöhrete Bir Adım” gibi bağımsız tabanlı samimi işlerinden tanıdığımız Cameron Crowe’un burada kendine dair tek hissettirdiği şey kuşkusuz ‘oyuncu kadrosu özeni’ olmuş. Ancak “Düşler Bahçesi” metnini ‘ruhani sevgi’ye kaptırırken onu bile unutmuş ve Lasse Hallström’ün çağ dışı öğelerle yürüyen didaktik mesajlı yapma melodramlarından birine dönüşmüş. Belli ki nev-i şahsına münhasır yönetmenlerin stüdyoların içine fazla çekilmesi ‘hayvan-insan sevgisi’nin boyutunu masalların ötesinde inandırıcı kılamayacak hikayeleri, fazla ciddiye alınır bir tabana yerleştirebiliyor.

Çocukken ‘La Fontaine’den Masallar’ kitabını yanımızdan eksik etmezdik. Zira bu şekilde ‘bir güven’ ile hayata tutunma ya da zihnimizde ‘farklı diyarlar’ yaratma şansına nail olurduk. Benjamin Mee’nin romanı da belli ki okuyucularına bu hazzı yaşatmak istiyor. Bunu sadece çocuklara mı yapıyor, yoksa her yaştan kişiye mi uyduruyor peki? İşte orası tartışmalı.

Melodramatik iskelet ve kör kör parmağım gözüne mesajlar

Çünkü karşımızdaki bütünün bir ‘aile/çocuk filmi’ olduğu netken masalsı bir duruş ya da işlev yüklenmemesiyle birlikte aldığı sevgi, merhamet ve şefkat dolu ivme hiçbir şekilde yerine ulaşmıyor. Aksine Lasse Hallström filmlerinde gördüğümüz ‘şablon karakterler’, ‘hafif abartılı makyaj’, ‘melodramatik hale getirilen amaçsız temalar’ ve ‘dışa dönük performanslar’ ışığında yükselen bir ‘yapma gerçekçilik’ perdeyi kaplıyor. “Çok Özel Haber” (“The Shipping News”, 2001) ve “Yeniden Başlamak” (“An Unfinished Life”, 2005) ekolünden natüralizm pompalı eseri izlerken ‘melodram’ düşüncesine kapılma şansınız bir hayli düşük uyaralım.

Zira Cameron Crowe, karakter draması damarlı bu son filminde bizden hayvan-insan ilişkisi konusunda kurmamızı istediği bağları; kaplan, ayı, yılan, zebra ve daha nicesinin ‘işlev’iyle kalıcı hale getirmemizi istiyor. Jean-Jacques Annaud’nun “Ayı”sını (“L’Ours”, 1988) mumla aratan bu duruş, birbirine sımsıkı tutunan aile bireylerinin ‘çapsız düzen’e karşı mücadelesini didaktik diyaloglarla gözümüze gözümüze sokuyor. Filmin esas sorunu da izleyici ile fazla yakından ilişki kurduğu bu omurgasında kopuyor.

Beraber tıraş olsaydık oğlum!

124 dakikalık süresini bitirin veya bitiremeyin ama ruhani bir kuvvetle onun içine çekilme hedefi; ‘beraber tıraş olsaydık oğlum!’ gibi çiğ ve tabansız cümlelerin ötesine geçemiyor açıkçası. ‘Alın hayvanat bahçesini de bitsin bu çile!’ diye düşünmeyen izleyici sayısı azdır kanımca bu süreci tadanlar arasında. Zira Crowe burada o samimi, içe dönük ve müziklerle sarılı gençlik ya da romans tablolarından çok farklı bir boyuta ulaşmış.

Müzikle içli dışlı olmak ne kelime; Patrick Fugit, Scarlett Johansson, Thomas Haden Church gibilerinden çıkardığı ‘hayvanat bahçesi koruyucusu’vari (‘zookeeper’) mesleklere sahip, ‘irade’, ‘aşk’ gibi kelimeleri temsil eden karakterleri bile inandırıcı kılamamış. Sanki yoldan geçerken abartılı kostüm ve makyajla içeri giren bu tipler, demode melodram iskeletini tamamlamaya yaramış gibi. Adeta baba-oğul ilişkisindeki ‘karton sevgi’ tabanına nereden geldiği belli olmayan bir desteği de beraberlerinde getirmekten geri durmamışlar.

Cameron Crowe’un yönetmenlik stili ters tepmiş

Zira karşımızdaki ‘sevgi ve merhamete baba-oğul ilişkisi ve hayvanlarla iletişim sayesinde ulaşıp sınırları aşabilirsiniz’ mesajlı bir eser. Ancak bu söylem yukarıdan mı, yoksa üçüncü boyuttan mı geliyor işte onu tam olarak çözemiyoruz. Matt Damon “Öteki Dünya”da (“Hereafter”, 2010) gördüğümüz ‘medyum’ gibi rollere mümkünse Eastwood projesi haricinde girmemeli. Çünkü bu umut ışıltısı ya da Tanrı’dan gelme yüz ifadesi burada hiç ama hiç tutmuyor.

Aksine Crowe’un orta plan algılı samimi yaklaşımı “Düşler Bahçesi”nde melodramatik ve didaktik bir cümbüşe dönüşmüş. “Bekarlar” (“Singles”, 1992), “Bana Sevdiğini Söyle” (“Say Anything…”, 1989) gibi eserlerdeki sempati ve özdeşleştirme patlaması yapan dramatik yapıyı ters istikamete çevirmiş. Belli ki filmi izleyen Crowe hayranları; yönetmenin kendini çok ciddiye alan mesajlara yönelen eserlerden ve keskin ‘drama’ tonundan uzak durması gerektiğini düşünecek.

Halbuki bir ‘peri masalı filmi’ olsa daha ilginç yollar açılabilirdi “Düşler Bahçesi” bünyesinden. Ancak bunun yerine dükkanlara asılan ‘mesaj panoları’, ‘sözler’ ve ‘hayvan görüntüleri’ ötesinde bir işlevi olmamış filmin. Sadece hayvanseverlere uygun ‘hayvansız hayat haram olsun, ölüyü bile diriltir onlar!’ gibi ne işe yaradığı belli olmayan bir söylem belirleme görevi gördüğünü iddia edebiliriz.

FİLMİN NOTU: 2.8

Künye:

 

Düşler Bahçesi (We Bought a Zoo)

Yönetmen: Cameron Crowe

Oyuncular: Matt Damon, Maggie Elizabeth Jones, Scarlet Johansson, Thomas Haden Church, Elle Fanning, Patrick Fugit

Süre: 124 dk.

Yapım Yılı: 2011

 

KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

Acı Tatlı Tesadüfler (Ma Part du Gateau / My Piece of the Pie): 6.1

Acımasız Tanrı (Carnage): 1.9

Alacarakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part I): 7.1

Allah’ın Sadık Kulu: Barla: 3.5

Anadolu Kartalları: 2.2

Aşk ve Devrim: 3.9

Aşkın Formülü Yok (Simple Simon): 6

Ay Büyürken Uyuyamam: 0.8

Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo / The Kid with a Bike): 6.8

Bu Son Olsun: 4

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi: 7.5

Çizmeli Kedi (Puss in Boots): 6

Dedemin İnsanları: 5.5

Demir Leydi (The Iron Lady): 5.9

Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo): 7.8

Gelecek Uzun Sürer: 5.5

Hayat Ağacı (The Tree of Life): 9.7

Hediye Operasyonu (Arthur Christmas): 3.8

Hugo: 7.3

İntikamın Bedeli (Seeking Justice): 6

İz (Reç): 4.8

Jane Eyre: 4

Johnny English’in Dönüşü (Johnny English Reborn): 4

Karanlık Saat (The Darkest Hour): 3.3

Katil Köpek Balığı (Shark Night 3D): 4.7

Kazanma Sanatı (Moneyball): 6.1

Kurtuluş Son Durak: 4

Labirent: 5.5

Mavi Pansiyon: 5

Melankoli (Melancholia): 3.5

Mikrofon (Microphone): 0.6

Mission Impossible: Ghost Protocol: 3.8

Musallat 2: 5.3

Nar: 6.1

Sherlock Holmes: Gölge Oyunları (Sherlock Holmes: A Game of Shadows): 6.5

Tehlikeli İlişki (A Dangerous Method): 5.5

Tutku Günlükleri (The Rum Diary): 5.5

Yangın Var: 4.7

Zenne: 3

Zirveye Giden Yol (The Ides of March): 6.3

 

Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

 

 

Exit mobile version